konumuzislam
Kuran-ı Kerim
Kuran-ı Kerim
Kur’an-ı Kerim, Allah Teâlâ’nın yüce kelamıdır. Arştan arza uzatılmış sağlam bir ip, tutanın elini asla boşa çıkarmayan kopmaz bir kulptur. O, tüm insanlar ve bilhassa muttakiler için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur, O’nda eğrilik yoktur. O’na uyan hem dünyada hem de ahirette gerçek başarıya ulaşır.
Allah tarafından gönderilen ilahî kitapların sonuncusu olan Kur’an-ı Kerim, son peygamber Hz. Muhammed(sas)’e indirilmiştir. Sözlükte toplamak, okumak, bir araya getirmek anlamına gelen Kur’an terim olarak şöyle tarif edilir: “Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı, Peygamber Efendimiz’den bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş, okunmasıyla ibadet edilen, insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı ilâhî kelamdır.” Bu tarifte; “Hz. Peygamber’e indirilen” derken, Hz. Muhammed kastedilmektedir. “tevatür yoluyla nakledilmiş olan” derken, her devirde yalan üzerine birleşmelerini aklın imkansız gördüğü bir topluluk tarafından nakledildiği ve nesilden nesile böyle geçtiği için onun, Allah’a ait oluşunun kesinliği ifade edilmektedir. “ okunmasıyla ibadet edilen” derken de, Kur’an’ı okumanın ibadet olduğuna, namaz ibadetinde vahyedilen metnin okunması gerektiğine işaret edilmektedir.
Kur’an-ı Kerim, Allah Tealâ’nın gönderdiği kitapların sonuncusudur. Çünkü, Allah Tealâ onu, son peygamber, Hz. Muhammed Mustafa (sas) vasıtasıyla göndermiştir. Allah Tealâ, Peygamberimizden başka Peygamber görevlendirmeyeceği gibi (Ahzab) başka kitap da göndermeyecek ve insanlık var olduğu sürece Kur’an-ı Kerim de insanlığa yol göstermeye devam edecektir. Kur’an-ı Kerim, Allah Teâlâ’dan Hz. Peygamber’e melek Cebrâil aracılığı ile ve vahiy yoluyla indirilmiştir.
Kur’an-ı Kerim, Peygamber Efendimizin hayatında tamamen yazılıp tespit edilmiş ve daha sonra da Hz. Ebu Bekir zamanında mushaf (kitap) haline getirilmiştir. Kur’an-ı Kerim, Peygamber Efendimiz’e vahyolunduğu günden beri hiçbir değişikliğe uğramadan bize kadar gelmiştir. Diğer semavi kitaplar (Tevrat, Zebur ve İncil) zamanla değişikliğe uğramış, insanlar tarafından ilave ve çıkartmalar yapılmak sûretiyle değiştirilmiştir. İndiği gibi bir kelime ilâve edilmeden ve bir kelime eksilmeden günümüze kadar gelen tek kitap Kur’an-ı Kerimdir. Çünkü onun her türlü değişiklikten korunacağı Allah Tealâ tarafından va’d edilmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: “Şüphesiz ki Kur’an’ı Biz indirdik, onun koruyucusu da Biziz.”(Hicr,9)
Kur’an-ı Kerim eşi olmayan bir kitaptır, çünkü o, insan sözü değil, Allah kelâmıdır. Lafzı da manası da Allah’ındır. Peygamber Efendimiz sadece onu insanlara tebliğ etmekle görevlidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: “De ki, her kim Cebrâil’e düşman ise, bilsin ki o, Kur’an-ı Kerim’i Allah’ın izni ile kendisinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve mü’minlere müjdeci olarak, senin kalbine indirmiştir.” (Bakara, 97) Yani o, ne Cebrâil’in ne de senin sözündür. Cebrâil (as) da onu kendiliğinden getirmiş değildir. Allah’ın sözü olan bu kitabı yine Allah’ın izniyle indirmiştir. Kur’an-ı Kerim’in eşsiz bir kitap olduğu sadece bir iddia değildir. Kur’an-ı Kerim bu konuda meydan okuyor: “Kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’an’dan şüphe ediyorsanız siz de onun benzeri bir sûre meydana getirin; eğer doğru sözlü iseniz Allah’tan başka güvendiklerinizi de yardıma çağırın.” (Bakara, 23) işte, burada da gördüğümüz gibi Kur’an, kendisine benzer bir kitap değil, bir sûre meydana getirilmesini istemiş, bunun başarılamayacağını da haber vermiştir. Şöyle buyurulmuştur: “De ki, insanlar ve cinler birbirine yardımcı olarak Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, andolsun ki yine de benzerini ortaya koyamazlar.” (İsrâ, 88)
Kur’an-ı Kerim bu çağrıyı ne zaman yapmıştır? Arapların şiir ve hitabette doruk noktasında oldukları bir devirde nazil olmuş ve bu çağrıyı yapmıştır. Fakat bırakın bir benzerini meydana getirmeyi, bir sûresinin bile benzerini yapamamışlardır. Kolayca ezberlenilmesi, kısa zamanda etrafa yayılması, manasının kolayca anlaşılması, zihinlerde ve akıllarda derece derece bir gelişme ve alıştırma sağlaması, inançların ve değer yargılarının yavaş yavaş güçlenip kökleşmesi ve benzeri sebeplerle, Kur’an bir defada toptan indirilmemiş, yaklaşık 23 senede, bölümler halinde yani bazen ayet ayet, bazen de sûre sûre indirilmiştir. Yüce Allah Kur’an’ın bir defada toptan indirilmeyişinin sebebini yine Kur’an’da şöyle açıklamaktadır: “İnkar edenler: Kur’an ona bir defada topluca inmeli değil miydi? Dediler. Biz onu Senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık ve onu tane tane okuduk.” (Furkan, 32)
Âyetler doğrudan doğruya indiği gibi, çoğunlukla meydana gelen bir olayın hemen sonrasında olayı çözümlemek ve sorulan soruları cevaplamak için inerdi ki, âyetin inmesine sebep olan olay veya soruya “sebeb-i nüzûl” (iniş sebebi) denilir. Kur’an-ı Kerim kendisinin, bir âyette Ramazan Ayında (Bakara, 185), bir başka âyette mübarek bir gecede (Duhân, 1-3), bir diğer ayette de Kadir Gecesinde (Kadir, 1) inmeye başladığını haber vermektedir. Kadir Gecesinin Ramazan Ayında mübarek bir gece olduğu göz önünde tutulursa, âyetler arasında bir çelişkinin de bulunmadığı anlaşılır.
Peygamber Efendimiz’e ilk inen ayetler, Kur’an-ı Kerim’de Alak Sûresinin ilk beş ayetidir. Bu ayetler Peygamber Efendimiz’e Hira Mağarasında bulunduğu sırada inmiştir. Peygamber Efendimiz zaman zaman evinden ayrılarak Mekke’nin kuzey doğusunda bulunan Hira Mağarasına çekilir, burada bazen günlerce kalarak ibadet eder, düşüncelere dalardı. Peygamber Efendimiz 40 yaşında iken, miladın 610. yılında bir Ramazan Ayında mağarada bulunduğu sırada Cebrâil adındaki melek kendisine gelerek Alak Sûresinin ilk beş ayetini getirmiş ve peygamber olarak görevlendirildiğini bildirmiştir.
Peygamber Efendimiz o anı şöyle anlatır: “Melek bana: Oku, dedi. Ben: Okuma bilmem, dedim. Bunun üzerine melek beni alıp gücüm tükeninceye kadar sıktı. Sonra beni bırakıp yine: Oku, dedi. Ben de ona: Okuma bilmem, dedim. Yine beni alıp ikinci defa takatım kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp: Oku, dedi. Ben: Okuma bilmem, dedim. Nihayet beni alıp üçüncü defa sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp: Yaratan Rabbin adıyla oku. O, insanı Alak’tan yarattı. Oku, Rabbin sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğreten O’dur. İnsana bilmediğini O öğretti.” dedi. Cebrâil Aleyhisselam bu ilk ayetleri tebliğ etmiş ve peygamber olarak görevlendirilmiş olduğu da Peygamber Efendimiz’e müjdelenmişti. Peygamber Efendimiz ilk defa kendisine inen ayetleri öğrendikten sonra korkudan yüreği titreyerek eşi Hz. Hatice’nin yanına geldi. Olup bitenleri O’na anlattı ve: “Kendimden korktum” dedi. Hz. Hatice ise Peygamber Efendimiz’e: “Öyle deme, Allah’a yemin ederim ki, Allah Teâlâ hiçbir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabalık bağlarına hürmet ediyor, borçluların borcunu ödüyor, yoksullara yardım ediyorsun. Misafirlere ikramda bulunuyor, doğruları destekliyorsun” dedi. Bundan sonra bir süre vahiy kesildi. Peygamber Efendimiz vahyin kesilmesinden söz ederken şöyle buyurdu: “Bir gün giderken birden bire gökyüzünde bir ses işittim. Başımı kaldırdım. Bir de gördüm ki Hira’da bana gelen melek yerle gök arasını doldurmuştu. Çok korktum, evime döndüm ve: Beni örtünüz, beni örtünüz dedim. Beni örttüler. Bunun üzerine Allah Teâlâ: Ey bürünüp sarınan, kalk ve insanları uyar. Sadece Rabbini yücelt, elbiseni temizle, pislikten sakın. (Müddessir, 1-5) ayetleri nazil oldu.”
Böylece vahiy tekrar gelmeye, Kur’an ayetleri inmeye başladı. Kur’an-ı Kerim toptan nazil olmamıştır. Kısa kısa bölümler (ayetler ve sûreler) halinde inerek 23 senede tamamlanmıştır. İnen bölümleri Peygamber Efendimiz vahiy katiplerine yazdırıyor, aynı zamanda bunlar ashab tarafından da ezberleniyordu. Kur’an-ı Kerim’den her bölüm indikçe bunun nereye konacağını Peygamber Efendimiz vahiy katiplerine bildiriyor, onlar da onu gösterilen yere yazıyorlardı. Çünkü Kur’an-ı Kerim toptan inmediği gibi mushafta yazılı olduğu şekilde sıra ile de inmemiştir. Bazen bir sûre tamamlanmadan başka bir sûreye ait ayetlerin indiği de olmuştur. Nitekim ilk nazil olan (inen) ayetler ilk sûrede yer almamış, Kur’an-ı Kerim’in 96. sûresi olan Alak Sûresine konmuştur.
Kur’an-ı Kerim’in bir kısmı Peygamber Efendimiz’e Mekke’de iken nazil olmuş, bir kısmı da Mekke’den Medine’ye hicretten sonra Medine’de inmiştir. Mekke’de inen sûrelere Mekkî Sûre, Medine’de inen sûrelere de Medenî sûre denir. Buna göre Kur’an-ı Kerim’in 114 sûresinden 87’si Mekke’de, 27’si de Medine’de inmiştir. Bir sûrenin nerede nazil olduğu (indiği) sûrenin baş tarafında o sûrenin adıyla birlikte yazılmıştır. Vahyolunan ayetler Peygamber Efendimiz ve müslümanlar tarafından ezberlenirken diğer taraftan da Peygamber Efendimiz’in emriyle vahiy katipleri tarafından da yazılıyordu. Dört halife (Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali) Zeyd bin Sâbit, Ubeyy bin Ka’b, Halid bin Ebî Sufyan Peygamber Efendimiz’in vahiy katibi olarak görevlendirdiği sahabîlerdir. Vahiy katipleri Kur’an ayetlerini ince taşlar, kürek kemikleri, hurma dalları ve deriler üzerine yazıyorlardı. Çünkü henüz kağıt yoktu. Peygamber Efendimiz, inen ayetlerin doğru yazılıp yazılmadığını kontrol etmek üzere ayetleri okuyor ve vahiy katiplerine okutuyordu.
Böylece Kur’an-ı Kerim daha Peygamber Efendimiz zamanında yazılma ve ezberlenme suretiyle korunmuştu. Kısaca Kur’an-ı Kerim, yaklaşık olarak 23 senede, Cebrâil Aleyhisselam vasıtası ile en son peygamber Hz. Muhammed(sas)’e, ayet ayet, bazen de sûreler halinde Arapça olarak indirilmiş, manası da lafzı da Allah’a ait ilâhi bir kitaptır; 114 sûre ve yaklaşık bir ifade ile 6666 ayetten oluşmaktadır. Âyetler doğrudan doğruya indiği gibi, çoğunlukla meydana gelen bir olayın hemen sonrasında olayı çözümlemek ve sorulan soruları cevaplamak için, toptan bir kitap olarak değil de yavaş yavaş yani ayet ayet, bazen de sûre sûre inmiştir.